Ana Sayfa
Hikayeler
Ismail

Şu an bu yazıyı okuyorsanız, size oldukça uzak bir yerdeyim demektir.  Bu uzaklık mesafelerden oluşmuyor. Aramızdaki uzaklığın temeli birbirimizi anlamayışımıza dayanıyor. Birbirini anlamayan beyinler arası uzaklığın bir ölçü birimi henüz yok. Beni tanıyacak kadar yakınsınız aslında ama anlayamayacak  kadar da uzaksınız. Bir çoğunuzun yanından gelip geçtim. Hiç umursamadınız, bazen gülüyordum, bazen gözüm yaşlı oluyordu. Kafanı çevirip bakmadın bile yüzüme. Oysa bir gülüşün ya da bir bakışın değiştire bilirdi bütün hayatımı. Ben her gün masumiyetimi kaybederken, sizde aynı hızla merhametinizi kaybediyordunuz. Gerçekten çok mu zordu beni içinize almanız. Beni anlamaya çalışmanız çok mu zordu. Öyle ya, siz kendi kalabalıklarınızla meşguldünüz ve benim yalnızlığım pek umurunuzda olmadı. Bir çoğunuzla mutlak bir karşılaşmam oldu. Sessiz ve bir başıma geçen yıllarımın umarım sonuna gelmişimdir. Bu kadar uzaklaşmamın suçlusu sizsiniz. Evet, bu suç, el birliğiyle size ait. Yasal olarak değilse bile, benim vicdan mahkememde suç hepinize ait. Bir suçun yasal sayıla bilmesi için yeterli bir çoğunluk tarafından işlenmiş olması gerekir. Bireysel fikirlerin, toplumsal eylemlere dönüşmesi sonucu beni içime haps ettiniz. Oysaki anlaşılamaz biri değildim. Beni dinlememek sizin tercihinizdi. Kendimi birçok kez anlatmaya çalıştım ama dinleyenim olmadı. Çok yalnızlıklar yaşadım, kalabalıkların içinde. 
       Gerçekten çok mu zordu beni anlamanız. Biriniz, birinizin anlayışı yeterdi yüzümdeki asıklığın geçmesine. Bir omuz yeterdi, dünya desteğime. Haddimi aşarak, bazen gerçekten çok merak ediyorum, neden anlaşılamadım diye. Ne acılar yaşadım, ne günler feda ettiğim sizin yüzünüzden. Kaç gülüş soldu dudaklarımda, kaç heves kursağımda kaldı sayenizde. Yaşarken ölmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz. Beni siz öldürdünüz. Hem de defalarca. Bir gülümseme yeterdi hayata ya da bir gövdeye yaşama sevinciyle tekrar sarılmama. Aynıydık aslında, benzer acılarımız, benzer sevdalarımız oldu. Aynı şeylere güler aynı hüzünlere kapılırdık. Ama siz o yüksek egolarınız esiri olduğunuzdan hep bencil davrandınız. Biraz dinleye bilseydiniz beni, kulak vere bilseydiniz acılarıma, gülüşümü kedere kurban vermeyecektim. Bundan siz sorumlusunuz. Suçlusunuz.
Sorsalar hepiniz iyi insanlardınız. Herkesin yardımına koşacak kadar merhametli ve bunun şöhretini paylaşacak kadar da reklam severdiniz. Toplum içinde farklı karakter modeli oluşturuyorken, yalnızken özünüze dönüyordunuz. Bir de buna, aslında olmak istediğiniz kişilik de eklenince üç aşamalı karaktersizliğinizin bedelini, toplum da bana ve benzerlerime ödettiniz. Anladım ki iyi insan yok, fırsatını bulamayan insan var. 
Ben unutamıyorum. Kısacası, bir hipertimezi durumu var bende. Unutamama hastalığı. Yaşadığım hiç bir anı, olayı, hiç bir şeyi unutamıyorum.  Unutmanın nasıl bir nimet olduğunu bilseydiniz şükrederdiniz. Yaşadığınız hayat eğer pozitif etkili bir süreçse, bu durum harika olabiliyor. Ama negatif ölçekli bir yaşam sürüyorsanız, işte o zaman cehennemin dibini de geçiyorsunuz acını içine düşerken. Ben vardım ve yaşamaya çaba gösteriyordum aranızda biryerlerde. Aynı toprağa bastık, aynı yağmurlar ıslattı bizi. Soğuk benide üşüttü ve sıcak aynı etkiyi yaptı bana da. Demem o ki ortalama aynı yaşam süresine sahiptik ve sizler hafızamda bana bir dakikanızı bile ayıramayan kişiler olarak kaldınız. 
        hipertimezi hastası olarak
***ASLINDA HİKAYEM ŞÖYLE BAŞLIYOR:
Doğumum herhangi bir şehrin, birbirini sarıp sarmalayan sıcak mahallelerinin müstakil bir evinde, konu komşu yardımıyla gerçekleşti. Hastalığımın varlığından habersizce geçen bebeklik yıllarımı doğal olarak hatırlamam imkansız. Bilincimin oluşmadığı yılları büyümeye başladıktan sonra annemin büyük bir gurur ve keyifle anlatımlarından öğrendim. O zamanlarda da ne dinleyenim ne de anlayanım varmış kanaatindeyim. Zira bebekliğimin çok sessiz geçtiğini anlatırdı annem. Ne zaman ağlamaya çalışarak derdimi anlatmak istesem, ağzıma emzik sokuşturularak susmam sağlanmış. Asıl derdimin önüne yapay çözümler serilerek, gözardı edilmelerim hafızamda yer bırakmasada ilerleyen yıllarımda iz bıraktı. Oysa ben, bilincim oluşmaya başladıktan sonra herkesi benim gibi sanıyordum. Normalin bu olduğunu zannediyordum.
Herkesin bebekliğine benzer bir dönemi geride bırakıp çocukluk yıllarıma başladığımda da değişen pek birşey olmadı hayatımda. Kendimi sorgulamalarım dışında. Çocuktur düşer kalkar büyür mantığıyla sağlıklı bir birey olarak büyümem söz konusu değildi zaten.  Düşmelerimde yanıma gelerek beni teselli etmye çalışan evebeynlerimin anlamadığı, fiziksel acı değildi beni ağlatan. Gözlerimin dolmasına ve ağlamama sebep olan gösterilen ilginin yetersiziliği ya da verilen tepkinin gereksizliğiydi. 
Annemin genelde ev işleriyle can hıraş uğraşması bana ayıracak zamanının olmamasına sebep oluyordu. Bir şey anlatmaya kalksam başının ağrısından, belinin sızısından, zamanın olmadığından bahs eder ve susmam konusunda uyarırdı beni. Beni dinlemek için kullanamadığı zamanı pekala telefonda akraba sohbetlerinde harcaya biliyordu. Bazen de komuşu yada arkadaşlarıyla geçirdiği zamanı kıskanacak kadar dinlenilemedim. Neyi nasıl yapacağını bilmeden meydana gelen hatalarım konusunda da toplumun önyargıları devreye giriyordu. Olayın aslını dinlemeden verilen hükümler ve davranışlar aklımdan hiç çıkmıyordu.  ‘ çocuktur, korkudan yalan söylüyor,- çocuktur asıl derdi başka, - çocuktur aklı karışık, hatırlamaz.’ Oysaki ne yalan söylerdim, nede yanlış hatırlardım. Konu komşu sohbetlerinde söylenen beyaz yalanları ve gerçekleri bildiğimden, düzletmeye kalkınca ya azar ya dayak yerdim. Yaşıma bakılmaksızın dışlanırdım. Başımı okşayan ellerin birazda ruhuma dokunmasını ve beni dinlemeye çalışmasını isterdim. Çocuktum ve haksızdım. Annem fiziksel büyüklüğünün ve anne oluşunun verdiği güce dayanarak hep haklı olur ve saygı isterdi. Oysa büyürken öğreniyordum saygının istenmeyeceğini ancak hak edileceğini. Çocukluk ve ergenlik yıllarımda da annemle olan diyaloğum pek değişmedi. Hep bir kıyaslama ile büyüdüm. Başkalarının çocukları hep melek olarak görülürdü annem tarafından. Eldeki kuşun daldaki kuşdan daha yeğ olduğunu bir türlü kavrayamadı. Ne anlamayı denedi ne dinlemeyi. Biraz içime kapanık, bazen asi ama asla fazla konuşmayan biri olarak kaldım annemin anılarında. Kendincesiydi benimle ilgilenmeleri. Yapar eder geçer giderdi, unuturdu. Bende, sadece geçen zamandı ve zamanla geçmeyen anıların acıları kalıyordu. 
Babam genelde eve geç gelirdi. Kazancının, aylık geçim masraflarına denk gelmesi için canından verir yine kazanırdı. Yorgun olurdu, dışarda olurdu, televiziyon bakardı, gazete okurdu, uyurdu, yerdi içerdi, arkadaşlarıyla gezerdi, ve ne zaman canı çocukluk çekse benimle oynardı. Babam, istediğinde ilgilenirdi benimle. Benim isteklerim, son sıralardaydı. Elinden tutamadığım bir dağdı. Oturup konuşamadık hiç. Ne zaman birşeyler konuşmaya kalksam dinleyecek vakti olmazdı. Cebimden paramı hiç eksik etmedi. Cam kenarında suyu ve güneşi eksik olmayan bir bitkiden farkım yokmuş gibi geliyordu bana. Maddi gereksinimlerimi karşılıyor olması, baba olmasına yeterliydi. Yemiyor, yediriryordu, giymiyor giydiriyordu ve yeter sanıyordu. Oysa ben çıplak bir bedenle dahi olsa beni dinlemesini çok isterdim. Evine bağlı, gözü dışarda olmayan adam gibi adam tabirinin ilk örneklerindendi. Hiç bir derdimi anlatamadım, yorgundu. Acılarımdan bahsedemedim, büyüyünce geçecekti nasılsa. Aşklarımdan, sevdalarımdan konu açamadım, boş beleş işlerimi dinleyecekti, eve ayda yılda bir erken geldiğinde. Bir bedenin içinde yaşayan bu canlıya biyolojiksel nedenlerden dolayı ‘ Baba’ diyordum. Ne kaygılarımdan haberi oldu ne de korkularımdan, ama hiç bir haber bültenini kaçırmadı. Öksüz bayramlarım oldu, yetim sevinçlerim. Benim diyeceklerimden ziyade, milletin ne diyeceği daha önemliydi evimizde. Bir bardak çayın sohbetini bile yapamadık. Ama birileri ile sohbet ederlerken çok çay servis etmişliğim oldu. Sorumluluk alamayacak yaşlarımda, benim adıma bana, sormadan karar verebilecek kadar korkusuz, kararın sonuçlarını bana taşıtacak kadarda duygusuzdu. İki dudağının arasında yıllar geçirdim. Birlikte çok zaman geçirdik ama hiç bir zaman, zaman paylaşımı yapamadık, olmadı. Ne hastalığımdan haberi oldu ne de uykusuz geçen gecelerimden. Unutmak istediğim, beceremediğim, konuşamadığım yanımdı babam.
Annem gibi olmayacak, babam gibi davranmayacaktım. 
Sokaklar daha acımasızdı. Zayıf yanını hemen bulur ve en çok ordan acıtmayı becerirlerdi. İnsanları dış dünya ortamında tanımaya başladığım yılların, unutamadığım hayal kırıklıkları, şu an bile canımı yakabiliyor. Hepisini kendim gibi sanıyordum mahalle arkadaşlarımın, unutmaz ve konuşamazlar diye. İzledim konuşuyorlardı, kendi aralarında, başkalarıyla, aileleriyle. Gördüm yaşıyor ve unutuyorlardı, söylüyor ve unutuyorlardı, yapıyor ve unutuyorlardı. Herkesin aynı, benim farklı olduğumu anladığımda daha bir kötü hissettim kendimi. Dışlanıyordum. Bir gariplik olduğunun farkına varan kendi yalanı çıkmasın diye ya beni yalancı çıkarırdı ya da aylaycı bir tutumla dinlememeyi tercih ederdi. İki kişiyken dinleyen, üç kişiyken ikiye bir kaybeden, kalabalıklarda dışlanan bir çocukluk geçirdim sayenizde. Dinleyenim olmadıkça yalnızlaşıyor ve benim için kötüsü, ifade eksikliği yaşadıkça agresifleşiyordum. Alışkanlıklarım huya, huyum karaktere dönüşüyordu. Çocukluğumun anıları, ergnelik yıllarımın aynası oluyordu. Üstüme kondukça daha bir dibe batıyordum. 
Çok iyi bir dinleyici oldum, dinleyenim olmadıkça. Çoğu arkadaşımın dert çöplüğü, stres taşıyıcısı oluyordum. Anlatıp geçiyorlardı ve ben onların yerine onların derdini dert edinip unutamıyordum. Her gelen kendinden bırakıp, benden alıyordu. Her serferinde ilk gönderilen, en son çağrılandım. Dışarı çıkacak olduğumda bütün umutlarıma alıyordum yanıma. Ümit işte, belki beni bu gün anlayan ve ya dinleyen birileri olur umudunu hiç kaybetmedim o yıllarımda. En büyük yıkımlarımı o yaşlarda yaşadım. Sorsak herkesin  yaşadığı bir çocukluk acısı ya da tramvası illaki vardır. Oysa benim yaşayamadığım çocukluğum var, hesabını kimsenin veremeyeceği.
Bu karamsarlık ve karmaşıklarla dolu dönemde başladım okul yaşantıma. Mahellemizin tanınmak istemeyen ve herkes tarafından tanınan biri olarak, hiç sevmeden istemeden gittiğim ilkokul yıllarında başarılı bir öğrenciydim. Hafızam beni yaşıtlarımdan oldukça ileriye taşıya biliyordu öğrenimde. Öğretmenlerimin gözdesi olarak daha iyi anlana bileceğimi ya da ne bileyim çocukluk işte beni dinleyeceklerini sanıyordum. Bu sefer de farklı bir ayrım söz konusu oldu. Zaten bilen ve hızlı öğrenen biri olduğumdan ilgi benden kaymış, arkadaşlarıma yönelmişti. Sadece sözlü sınavlarda dinliyorlardı beni, bana öğretenlerim. Gülüşerek, eğlenilerek geçirilen ders aralarında hep bir kenar süsü olarak kalıyordum. Hiç bir zaman ağlayarak öğretmenler odasına gidemedim. ‘ sen akıllı çocuksun, ağlama, yapma, deme, ’. ben sadece birine derdimi anlatmak istiyordum, çocuk olmak değil. Bütün acılarımı kendim sardım. Hiç bir zaman,  birlikte yan yana yürüyerek eve gittiğim arkadaşım olmadı benim. Yaşımın şımarıklığını yaşatmadılar bana. Sevilen olamadım. Birçok kez denedim bende sevmeyi. Bazen kendimi anlatamadım, bazen dalga konusu bile oldum. Yaşadığım bütün acıların yaraları ile nasır bağladı bir zaman sonra yüreğim, acıma duygumu kaybettiğimi okul yıllarımın sonunda anladım.  Alışmanın bir diğer adınında çaresiz kalmak olduğunu öğretti yaşadıklarım. Farklı oluşum değildi dışlanışıma sebep, sizin farklı davranışınızdı. 
Sağlam dostuklar ve delikanlı arkadaşlık, tanımlarını ancak başkalarının anlatımlarıyla dinledim. Toplum, benimsediği yaşam şeklinin kültürel elçisidir. Kendinden önce aldığının üstüne, kendi zamanında , yaşadıklarını da ekleyerek, bir sonraki nesle aktararak var oluşunu sürdürüyordu. Ben ve benim gibi toplumun genel bütününe uyum sağlayamayanlar için yer yoktu. Ağzı olan konuşur ve lafın nereye gittiğine pek önem vermezdi. Kimi zedelediği o kadar da önem taşımazdı. Çünkü konuşan konuştuğunu, aynı dinleyen ve duyan gibi bir zaman sonra unutacaktı. Unutamadığımı kaç kere dile getirsemde buna inanmak yerine kanıtlanmaya çalışıldı. Var olan unutamama hastalığımın ıspatını gerçekleştiren, bahaneszice uzaklaşmayı tercih etti benden. Kimse benden gitmesin diye susmaya başladım. Sustukça sessizliğim boğazımı yakmaya başladı. Hem ruhum sancıyor hem hafızam acıyor hemde canım yanıyordu artık. Sırrımı bilenler, hasta olduğumu unutup sanki özel ve süper güçlerim varmış gibi davranıyorlardı bir süre. Sonra kimse yanında bir kayıt cihazı taşımak istemediğinden, yanlızlığa mahkum ediyorlardı beni, vicdanlarının gölgesinde.


















01/07/2024
SuSuK
1.sayfa
Şiirler

2