Resim 4 / mektup 4
Bir stüdyo çekimi olduğu arka fondan belli olan bu resimde sanki daha yorgun ama dik duruşu ve gülümsemesinden zerre eksilme yok. Zamanın geçtiğinin dördüncü delili.
Daha da yaşlanmış görünüyor. Yaşlanmış değil de yıllanmış desem daha doğru olacak. Bunca yılın geçmesine rağmen yorgun görünmüyor. Sadece bıkkınlık hali bariz ortada. Resmin arkasına not eklemeyi ihmal etmemiş yine. Hakkını helal edip, ömrünü feda edenlerdendi rahmetli.
‘ hastalığım yeni yeni düzeliyor. Kendimi gün geçtikçe daha iyi hissediyorum’
‘ satırlarıma başlamadan önce
...
Umarım yolladığım para yetmiştir. Zira bu ay sağlığım bir miktar bozuldu. Tedavi için hesapta olmayan bir harcama yapmak durumunda kaldım. Aklınıza kötü bir şey gelmesin. Malum kış mevsimi bitti, bahar hastalığı diye bilirim. Dualarınızdan eksik etmeyin. Bir sonraki ay alacağım paradan bir çoğunu yollayarak, aradaki açığı kapatmaya çalışacağım. Ola ki beni düşünerek üzülür, tasa ederseniz, inanın ki ben de buradan hissederim sizin yaşadıklarınızı. Siz benim dik duruşumsunuz. Sizler benim hayata bakışım, yüzümün tebessümüsünüz. Gurbet yaşamının biran evvel son bulması dileğimle, sizlerin olmadığı her yer gurbetimdir.
...
Bir başkasını kendinden vazgeçercesine sevmenin ne demek olduğunu anlatan bu mektubu okuduğumda, dünyanın bütün öğreticilerinin birleşse de öğretemeyeceği dersi aldım kendimce. Aile kavramın ne kadar iç içe geçtiğini öğrendim her satırda. Yaşın sayılara bağlı olmadığını öğrendim. Tuhaf bir insandı rahmetli, ev dışında dışarıda yemek yemişliği yoktu. Beceremediğinden değil utandığından, millet evinde yemek pişireni yok da aç kalmış dışarıda yiyor demesinler diye. Bizim nesilde ise çok sıradan bir olay haline geldi. Dedim ya tuhaftı, sevdiklerinin yediğini görünce o da doyardı.
Kendisinin yolladıklarının yanı sıra, birde kendine gelen mektupları da saklamış, sıcak bir sohbetin aylar süren satırlarını kendisine anı olarak tutmuştu. Bende ve yaşıma yakın kuşaklarda böyle bir saklama gereksinimi hiç olmadı. Hatta telefonlarımızda hafıza sorunu yaşamamak ya da geçmişe şahitlik edecek bir şeyler istemediğimizden, bütün yazışmaları siler atarız bir anlamı bile olmadan. Kaç tane fotoğraf kaybolmuş, kim bilir ne kadar ses kaydı yok olmuş gitmiştir her telefon değiştirdiğimde. Acaba kaç tane ailede fotoğraf albümü kalmıştır merak ediyorum birden bire. Hangi aile büyüklerimizin resmini saklayıp da bizden sonra doğanlara tanıttık acaba. Yıllar sonra büyüyen kaç insanın kendi çocukluğuna ait resmileri olacak ellerinde. Sadece yaşıyoruz ve yaşadığımıza dair hiç bir kanıtımız olmayacak bizden sonra.
Gelen mektup - gelen fotoğraf
Bütün sevdikleri olmasa da o anda bulunan herkesi deliler gibi özlediğine eminim. Resme dikkatli bakan herkesin rahatlıkla göreceği gözyaşı izleri belli oluyor. Bir başına ve sevdiklerinden uzak kalmanın acısı gözlerinden taşmış.
Sıcak bir ev ortamında büyüklerin ayakta, yaş sıralamasına göre de küçüklerin önde ve yerde olacak şekilde dopdolu bir resim karesi. Kendinden sonra hayata gelenler içinde resmin üstüne akrabalık düzeyi,adı ve o anda kaç aylık olduğu notu da ihmal edilmemiş. Bu renkli resim karesi, zamanla birlikte teknolojinin de aile bireyleri ile tanıştığının kanıtı oluyordu. Emek edilerek yapılan bir haberleşme, nasıl olur da bizim nesilde zahmetli bir iş haline dönüştü. Herkesin birbirine destek olduğu yılları ne ara kayıbederek birbirimize köstek olduğumuz zamana denk geldik. İnsan oğlu işte, elinde olanın kıymetini ancak elinden gittikten sonra fark ediyor, belkide bizden sonraki kuşaklar ya da nesiller neyi kaybettiğinin bile farkına varamayacak. Biz hiçbir şeyi amacına uygun kullanamadık, bizden sonrakilerde amaç dahi olmayacak.
...Satırlarıma başlamadan önce bizlerde hasretle selam eder, nasipse gözlerinden öperiz. İyilik haberlerini aldıktan sonra daha bir mutlu olduk. Bizlerde iyiyiz şükürler olsun. Oralarda bizlerden uzak bir başına yine bizim için uğraşıyor olman gurur ve özlem duygusunun arasında bırakıyor bizleri. Buraları bıraktığın gibi değişen pek bir şey olmadı, yokluğunun dışında. Mektubunun geldiği gün hep birlikte okuduk. Rabbim ayağına tas değdirmesin. Bizlerde buralarda senin yolladığın paralara ek olarak birikimler yapmaktayız. Sen bizleri düşünmeden kendine dikkat et, bu bizim mutluluğumuza yeter. Güçlü dur, korkma, arkanda kocaman bir ailen olduğunu unutma olurmu. Sana bu kışı atlatacak kadar erzak yolladık, umarız eline tas tamam geçmiştir. Yakın zamanda görüşmek dileklerimizle....
... - bende selam eder, hasret ve inadina vuslta yureginden operim. Yokluğunun tek hüzünlü yanı bir yarım yokmuş gibi geliyor. Özlem mi dersi,n hasret mi bilmem ama şu kısa sürede anladım ki sen benim kalbimin çarptığı yersin. Gurbetliğin biran önce bitmesi ve senin sağ salim hayallerine ve bize ve bana ve evine ve yuvana dönmen adına dualar ediyorum. Mektubun bu kısmını bana bıraktılar ve bir başıma yazmamı istediler. Bazen insanin dilinden dökülemeyen kelimeler parmaklarından kağıda akabiliyor. Bana iyi davranıyorlar ve senin yokluğunu hissetmemem için ellerinden geleni yapıyorlar. Lakin bir dünya bir araya gelse ve hepsi bana birbirinden güzel söz etse senin bir bakışın etmez. Nefesine kurban olduğum bunları yazıyorum diye sakin tasa etme. Dert edinme kendine. Sana demesen diyecek başka kimsem yok. İçimin hasretini mektubun ucunu yakarak anlata bilirim ancak. Sana söz sana yemin, sevgimi herkes bilecek ve bu yürek attığı sürece bir tek seni sevecek. Özlemle özlenen ve inatla beklenen yar, vuslat nasip olana kadar aklından yüreğinden düşüncelerinden illede dualarından beri tutma beni. Muhabbetle kal....
Demek ki sevgi sadece dille anlatılan bir şey değilmiş. Yazılarak da duygular gönderile biliyormuş. Bu nasıl bir bağlılık, bu nasıl bir sabırla beklemektir. Ben iki gün görmediğimi unutuyorum istemsizce, gel de unutma. İlk unutan sen değilsen eğer mutlu olamıyorsun günümüzde. Satırlarla bağlılık, gelen postacıyı mı bekler insan yoksa postacının getirdiklerini mi. Bir insan hava koşullarına aldırış etmeden diğer insanların mutluluğu ve beklentileri için uğraşıyormuş o zamanlar. Kahvemi tazeletirken bir yandan da postacı tayfasına hem acıyorum hem de yaptıkları iş yüzünden gurur duyuyorum. cep telefonu büyük nimet. iletişim hızlanmış ama değeri azalmış gibi geliyor bana. Bir mahallenin birbirini tanıdığı zamanlardan çıkıp, ne ara aynı apartmanda hatta aynı evde oturup da birbirlerine yabancı olan insanlara dönüştük.
Geçmişe saygı duymaya başlarken, günümüzü de eleştiriyorum kendimce, geleceği merak ederek. Oysa gelecek, kendi ellerimizle oluşturduğumuz yaşam kurallarının hayata olan yansıması değil mi. Kağıt ve kalem arasında, aile bağlaranın genişliğinde özgürce yaşayan insanların, yetiştirdiği nesil olarak, kullandığımız elektronik nesnelerin enerjileri ölçüsünde bağımsız ve yine o nesnelerin çalışıyor olabilemesi için bir enerji kaynağının bir kaç metre yakınında kablolara bağlı bir özgür bir toplum olarak acaba bizden sonrakilere bizler neler vereceğiz korkusu sarıyor bedenimi. Gelen bir mesajın bildiri sesiyle irkiliyorum,
- nbr
- iidir. Sndn nbr
- nrdsin
- benm eve geç. Glince anltrm. 2 saate evdym. Yiyck bişyler al.
- tmm
- grşrz
- grşrz
Ufak bir yazışmadan sonra geliyorum kendime. Ait olduğun yer mi yoksa uyum sapladığın yer mi sorusu takılıyor aklıma. Hesabı ödeyip acele yola çıkıyorum. Okuduklarımı ve gördüklerimi zihnimin karanlıkların gömerek uzaklaşıyorum. Daha hafif ve daha sakinim sanki. Kutuyu bir çöp bidonuna bırakıp kurtuluyorum beynimi yakan karmaşadan. Herkes kendi zamanını yaşamalı. Rahmetli kendi zaman dilimine uyum sağlamış ve ait olduğu dünyasında bir ömür tüketmişti. Hayat dediğimiz yaşam süresi eğri ve doğru, iyi ve kötü, güzel ve çirkin arasındaki seçimlerden ibaret değil miydi. İyikiler ve keşkeler arasında biterdi her ömür. Sıra bendeydi artık.
Ya inandığın hayatı yaşarsın
Ya da yaşadığın hayata inanırsın