Kalanşo...soğukta ölür
Hep arzuladığı adamın elleri dolaşıyordu artık saçında. Zor günlerin sancılı bir doğumuydu yüzündeki gülümseme. Bu kadarcık gülümseme için çok acılar çekmişti Çiçek. Öğretmen aşkı ile mutlu bir yaşamın ilk günlerindeydi. Herkese, her fikre, her tabuya karşı gelerek kurmuşlardı yuvalarını. Okulunu bitirememişti fakat öğretmen aşkı ona severek öğretecekti. Yaşayarak öğrenecek, öğrendikçe daha sevgi dolu bir kalple sevecekti erkeğini. Az eşyalı çok neşeli bir evleri vardı. Yetiyordu ikisinede. Gözleri birbirlerini gülerken görmek istiyordu. Yürekleri karşısındakini mutlu etmek adına atıyordu. Mutlu olmak değildi amaçları, mutlu etmekti. Bir lokmayı ağız tadıyla yutmanın, bir ziyafeti yüreği buruk olarak yemekten ne kadar güzel olduğunu öğreniyorlardı. Bir kaşıkla iki karın doyuyordu. Doymak değil doyurmaktı arzuları. Çiçek seve isteye sabahları eşinden önce kalkar hazırlıklarını yaparken, sevdiği adam odadan çıkmadan eşine iş bırakmazdı. İkisi de birbirlerinin hayatını kolaylaştırmak adına ellerinden, yüreklerinden, dillerinden ne geliyorsa esirgemiyorlardı.
Gece kalkıp bakarken sevdiği adamın yüzüne, bir rüya olup olmadığını sorgulardı bu hayatın. Mutlu olduğuna inanmıyor, mutlu olduğunu biliyordu. Sevdiğinden fazla seviliyor olmak tarif edilemez bir duygu yarışıydı. Oysa az olsa da yeterdi Çiçek’e o sevgi. O kadar azlık içinde yaşamıştı ki, azla yetinmeyi öğrenmişti. Babasından hissetmediği merhameti sevdiğinde buluyordu. Annesinden göremediği anaçlığı sevdiğine gösteriyordu. Birbirlerinin her şeyleri olmayı başardılar zaman ilerledikçe. En sağlam arkadaşları kendileriydi, dosttular , düşmandılar, ana oldular birbirlerine, baba sevgisini yine kendilerinde buldular. Kendilerine çocuk, abla, ağabey, kendilerine kendileri oldular. Aşk oldular, aşık oldular, sevda oldular seven oldular. Yarımları, tamlanmış, tamamlanmışlardı. Çiçek kocasına yetişememekten korkardı. Korkardı alıştığı bu ilginin bir gün yok olmasından. Mutlu edememekten korkardı. Korkardı bu ağacın bir meyvesinin olmamasından. Haberi yoktu oysa kocasının onu kadın olduğu için değil, kadını olduğu için sevdiğinin. Gülüşüne sebep olmanın mutluluğu yetiyordu kocasına. Bilmiyordu ki kocası onu ruhuyla seviyordu. İki dudağının arasında yaşadığını bilmiyordu. Bilmiyordu ki kocası onu meyve veren bir ağaç olarak değil, hayatının ilk bahar çiçeği olarak seviyordu.
En büyük ayrılıkları mesai saatlerinde oluyordu. Kucaklaşmalarla biten tartışmaları da oldu. Ayrı ayrı köşelerde kendilerine zaman ayırdıkları da oldu. Hayatlarının içinde karşısındakine yaşam alanı bırakacak kadar fedakarca sevdiler. Bu hayatta birbirlerinden başka kimseleri yoktu. Biri diğerini büyütürken, o da ona çocuk kalmayı öğretiyordu. Çiçek toprağını bulmuştu, topraksa bahar kokusuna doymuştu. Geçmişleri geçmişti. Hiç bir şeyi sorgulamadılar, bilmediklerini yadırgamadılar. İki ayrı bedende bir birleri için atan kalpleri vardı. Sanki bir ruhun iki yar yarısıydılar bu dünyada. Günün, haftanın, ayların yorgunluklarını bir birlerinin teninde dinlenerek attılar. Yağmurlarda korunakları, sıcaklarda birbirlerinin gölgeleriydiler.
Toprak sevdiğini muhtaç etmemek adına çalışır didinirken, Çiçek sevdiğini mahcup etmemek adına olanla yetinmesini bilirdi. Ne kadar zamanları kaldıklarını bilmiyorlardı. Kalan zamanın tadını çıkarıyorlardı. Kalp atışları saniyeleri, göz kırpışları dakikaları olmuştu ikisininde. Gökyüzüne dokunur gibi mutluydular.
Papatya...koparılmadan kokmaz
Polis olay yerini çevrelediğinde güneş gökyüzünü hüzünlü bir kızıla boyamıştı. Bir kız, papatya tarlası içinde tecavüze uğramış, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce öldürülmüştü onlara göre. Mis gibi kokan bedeni hırpalanmış, gözlerinde acı bakış kalmıştı. Cansız bedeni kimlik tespitinin ardından savcının onayı ile morga taşınmıştı. Düzenledikleri ölüm tutanağında adı, soyadı, adresi, eşkâli yazıyordu. Her şeyini yazmışlardı rapora. Kocasına haber vermek üzere bir memur yola çıkarken, rapordaki son cümleye takılmıştı gözleri. Üç aylık hamile...
Hastane morgunda karısının cansız bedenini teşhise gelen Toprak’ın aklı başında son haliydi. Bundan sonrasında dört metre karelik akıl ve sinir hastalıkları odasında, bütün duvarlara çiçek resmi çizerek geçirecekti ömrünü. Toprağı çorak kalmıştı. O gün ikisi de ölmüştü, ama birini gömmüşlerdi. Çiçeği ile birlikte filizide koparılmıştı hayatından. Hangi cinsiyete sahip olursa olsun adı Su olacaktı, doğacak çocuklarının. Gözünden düşen damlayı eliyle duvara çizdiği çiçek resmine can suyu olarak vermeye çalıştı. Yeter ki yeşersin, onu gözyaşlarıyla sulardı.
Bir kaç gün sonrasında elinde buruşturduğu gazete sayfasını sıkı sıkı tutarken ilk defa sesli sesli gülüyordu Kader. Gözleri sansür bandıyla kapatılmış olsa da kızını tanıyacak kadar anaydı. Çat pat okuya bildiği harfleri yan yana getire bildiğinde anlamıştı kızının artık hayatta olmadığını. Dalları budanmış gibi hissetti kendini. Artık tutunacağı bir dalı kalmamıştı hayatında. Suçu kendinde aradı. Kızını ölüme, elleriyle hazırladığı bavulla uğurlamıştı. Kızının o süre içinde ki mutluluğuna şahit olsaydı, bir ömrü o anlara sığdırdığını görecekti. Aceleyle sevmesi ecelle olan randevusuna geç kalmak istemeyişinden di belki.
Demir karmaşık duygular içindeydi. Kendi etmiş kendi bulmuştu. Baba sözünü dinleseydi eğer, mutlu olamazdı belki ama hayatta olurdu. Bu kadar borcun altına sokmazdı babasını, hayırlı evlat olsaydı. Kabullenemedi kızının kaçmasını. Kabullenemedi o soğuk bedenin kızına ait oluşunu. Bir gövdeyi daha toprak altına koyma sorumluluğundan kaçıyordu, kızının cesedini almayarak. Ne umutlarla çıktığı bu yaşam yolculuğunda bir kaç ay sonrasında tek kalacağını bilmiyordu. Karısının vefatından sonra, her şey başladığı yere dönecekti. Ölümden kurtulmak için evlenmişti. Tek kurtulan bir kendisi olmuştu.
Nasıl ürkek bakmıştı öyle, yalvarırcasına. Umursamadı. Sanki bir şeyler söyleyecekti ağzını öyle sıkı kapatmasaydı. Önemsemedi. Bağıracaktı besbelli . Bundan öncekilerde yaşamıştı bu tecrübeyi. Kuş gibi hafifti bedeni, taşıyıp sürüklerken yorulmamıştı bu defa. Soyarken o baygın bedeni içinin şeytani şehvet duyguları tavan yapmıştı. Kaç kez o masum bedenin üzerinde içindeki hayvanı dizginledi hatırlamıyordu. Bildiği tek şey uzun zamandır bu kadar haz duymadığıydı. Keşke ölmeseydi hemen. Üzüntüsü, aynı zevki bir daha yaşayamayacak olmasındandı. Bir noktadan sonra kadın erkek fark etmiyordu onun için. Önemli olan o duygunun tatmin olmasıydı. Yaktığı sigaradan derin derin bir nefes alıp son kurbanın yeşil gözlerinin hayalinde bir sonraki kurbanın peşine takılmıştı. Sıkılmadan aylarca takip eder ve en savunmasız anında, duygularının artık dizginlenemeyeceği zamanda yapardı yapacağını. Yine bir yaşamı sonlandırmak adına attığı adımlarla gecenin içinde kaybolup gitti. Kimi öldürdüğünü bilmeden.
Çok şey söyleyecekti Çiçek, o eller ağzını sıkı sıkıya kapatmasaydı eğer. Gözleri fal taşı gibi açık kalmayacaktı ellerin sahibini tanımasaydı. Bir kaç kelime söyleye bilseydi, iki kelime çıkabilseydi ağzından, sürüklenerek götürüldüğü kuytuluktan çıkabilecekti. Yüreği nasıl çırpınıyordu. Korkusu Toprak eve geldiğinde kendisini görmeyecek olmasındandı. Güne gözlerinde başlayan sevdiği, günü dudaklarında bitirirdi sevdiğinin. Şimdi onsuz nasıl başlayacaktı güne. Güneş ufkuna değil canına batacaktı. Nefes almakta zorlandı önceleri. Sonra bıraktı kendini gözlerinin önündeki kara boşluğa. Yapma diyemedi. Amca yapma, ben Çiçek. Sessiz bir çığlık attı içine. Son sözlerini kimse duymadı.